7 Aralık 2010 Salı

doğru, gerçek we hiç

ortaokul sıralarında öğrendiğimiz bi'şey wardı: bir noktadan sonsuz doğru geçer we sonsuza gider.

buradan anlayacağımız şey, doğrunun sonsuz olduğudur. bu fizik açıklaması.
diğer bir bakış açısından da şöyle diyebiliriz: dünyadaki insan sayısı kadar doğru war. bu da hayat bilgisi açıklaması:)

ama her konuda gerçek 1 tanedir. o gerçekle ilgili hangi doğru gerçeği yakalar diye düşününce de bunun bilinmez olduğu daha doğrusu bir tartışma cenneti olduğu sonucuna ulaşıyoruz.

daha çok öğrendikçe daha çok bulanmak gibi!..

fizik kuralları bile bir yerde tıkanıp kalıyor. belki de tek gerçek karadeliktir?! hacimsiz, zamansız we mekansız!!!

hiçliğin olduğu yerde erebiliriz sırra. çünkü hiç olmak kadar anlamlı başka bir'şey düşünemiyorum. yani o hiç, her an, herşeye dönüşebilir!

"... hiç ol! menzilin yokluk olsun. insanın çömlekten farkı olmamalı. nasıl ki çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluksa, insanı da ayakta tutan benlik zannı değil, hiçlik bilincidir..." e.ş.

bu bilince ulaşırsak belki anlayamadığımızı anlar, göremediğimizi görür, düşünemediğimizi düşünebiliriz.

insanlık için de, ewren için de, çözüm hiçlikte...

sadece bu bilinç sewiyesinde önyargılardan, benlikten we egodan kurtulabiliriz.

bildiğimizi sandığımız kainatta, en bilge şey, karadelik oluyor bu durumda. acaba farkında mı?:)))

30 Kasım 2010 Salı

sistem seni korusun:))


aklında tutanlardan mısın, yoksa bir yere yazıp onu kaybetmekten ya da çaldırmaktan korkanlardan mı?:)

internet site şifreleri, internet bankacılığı şifreleri, banka/kredi kartı şifreleri, mail şifreleri, falandı filandı derken bir anda sayfa boyu şifre oluşmuş.

kendi yönetebildiklerimiz kolay. aynı şifreyi hepsine weriyorsun hatırlama, karıştırma gibi dertlere paydos diyorsun ama şifreler de öyle kolay olmuyor be kardeşim!
4-5-6 rakam, 2-3 harf olacak. aman adına benzemesin, aman doğum tarihinden olmasın... hah dersin bu tamam. yok der tamam değil zira şifre güwenli değil??? haydaaa başkasını dene, biraz zihni sinir tohumları kaçır şifrene şöylee hah sonunda sistemin istediği güwenli şifreye sahipsin amaaa onu hatırlayacak hafızaya sahip misin?

haydi onu da geçtik, bir yerlere kaydedip, kazınana kadar hafızaya kullandın, amaaaa rahatsız sistem periyodik olarak, şifre değişikliği istiyor. tabii güwenlik için(!) hoppalaaa!!! daha öncekilere de benzemeyecek, güwenli olacak, hem harf hem rakam olacak cak cek cak...

bu zamanda 5-6 banka kartı olan bir insan, hem kart şifresini, hem telefon bankacılığı şifresini, hem de internet bankacılığı şifresini bilmek zorunda. burada kolaylık olabiliyor, kart ve telefon bankacılığı şifrelerini kendi içlerinde gruplayıp tek şifrede çözebiliyoruz ve de en güzeli 4 basamaklı sayılar bunlar!!!

ama internet bankacılığında her bankanın kendi süper zeki(!) sistemleri var. kullanıcı zorlansın şeklinde hazırlanmış!!! iş bankası ve ykb nin internet bankacılığı kişinin zekasına abuk subuk sözler sarfeden cinsten. üstelik internet bankacılığı şifren bloklandığı zaman, daha beterinin eline düşüyorsun: telefon bankacılığı!!!!

orada bir müşteri temsilcisine ulaşmak kadar zor bi'şey daha ben bilmiyorum!!!! o müşteri temsilcisine güç bela ulaşıp, karşıdaki sesin "sizi şimdi sesli yanıt sistemine aktarıyorum" cümlesi beni hep ağlamaklı hale getirir. derim "nooolur aktarmayın sizle yapalım işlemi"(aslında resmen yalwarırım:)). ama olmaz, o sisteme 3-4 kere bağlanır, iş seni boğarken çözmeye çalışırsın. ayyyyy anlatırken bile oksijensiz kaldım:)))

bir de hala internette türkçe karakter, espas ve büyük harf kullanmayı zorlayan(!) bir nüfus yoğunluğuna sahibiz, warın onların yaşadıklarını siz düşünün...

walla sırf internet bankacılığı kolay diye hsbc ile çalışıyorum. yani para konusunda %'ler, avantajlar benim için ikinci planda kalıyor (milyon dolarlarım var da:))))

gelelim başka konuya: diyorlar ki, internette herşeye kolay erişim. ama illa üyelik isteniyor, e tabi üye olmak için de şifre!!!! dön başa dönelim, yetmez yüz tur daha geçelim...
bu şifreleri de kendimize göre sistemize edebiliriz ama sık sık ziyaret etmediğimiz sitelerde yine hafıza dert oluyor.

tüm bu harf rakam fırtınası yetmiyormuş gibi bir de tc kimlik no'sunu ezbere bilen bazı androidler de war aynı hawayı soluduğumuz. sorun bende kabul ediyorum:)))

konuyu yine bağlayıwereyim de uzamasın: korkmayın o kadar güwenli bir sistemdeyiz ki, o muhteşem(!) sistem bizi kendimizden bile koruyor:)))))

mutlu, sağlıklı, esen kalan şifreler herkese:)))

sistem seni korusun ewladım:))))
lorem ipsum dolor

20 Kasım 2010 Cumartesi

el insaf - 42 yedi göller

kurban tatilinde ne yapalım ne edelim fikir teatrı yapmakta çok geç kalmıştık. bunu her aradığımız yerin dolu olmasından, fiyatların zıplamasından, telefonlara çıkan kişilerin o burnundan kıl aldırmayan, yağmurlu hawada boş taksi şoförü edalarından, hemen anladık. çok zekiyiz:)

welhasıl kelam sonunda yedi göller milli parkında bir ewi boş bulduk, organize olduk, gittik ama hiç hoş bulmadık!!!

bolu yu geçince bir tabela war belli belirsiz görebilirsen üzerinde "42 yedi göller"yazıyor. o tabelayı buldun mu, ordan dön, döndün mü, dönme, geri dön!!!
o noktadan sonra yol kendinden geçiyor ama başka kimse geçemiyor!!!! yine de bizim gibi dewam edenlerdenseniz merak etmeyin dersinizi alacaksınız:)))

42 den km km azalarak, yedi göller e yaklaşıyoruz, toz duman içinde, hoplaya zıplaya. ama doğayla bütünleşmek bu değil mi ya, biraz konforsuzluk, biraz sefalet şart :)))

kamyon kamyon kesilmiş ağaçlar taşınıyor bir yandan da mesai anlayışıyla!!!!

o yollardan geçerken asfalt olduğunu hayal ettim. o zaman cennete gittiğimi düşünebilirdim. o kadar güzel ki yolun iki yanı...

weeee işte milli park! milli olan herşey gibi adı kendinden daha ihtişamlı, ama gerekli özen gösterilmemiş, çewre, güzel olduğundan emin olunan doğaya emanet edilmiş, ama insanlar yine içine itinayla efenim naapmışlar diyelim??? ewet öyle yapmışlar...

ewin antiliklerini hiç anlatmayacağım. ama prizler çalışmıyordu!!! anahtarı almak için bi aşağı bi yukarı gidip gelmelerimiz de boş. her gölde yaptığımız keyifler hep fotoğraf askerleri tarafından bölündü. tripod u omzuna atan watandaş gelmiş görewini ifa edip, tetiği çekip çekip gidiyor. ya insan, madem güzelliği görüp çekmeye geldin el insaf nasıl yaşamazsın??? istisnasız herkes aynı yerlerde durup aynı açılardan fotoğraflar çekip, dönüp, bir daha ardına bakmaksızın hızla uzaklaşıyor oradan.

bir tek göl kenarında kurulan çadırlar kraldı...

telefonlar da çekmiyor. bunlar sorun değil priz çalışmasın, telefon çekmesin ama kamyonlar wızır wızır neden işler, doğa turu bu kadar hafif bir aktiwite gibi neden pas geçilir edalarında yapılır???
hadi yapıldı, madem o kadar çok insan geliyor, neden yemek yiyebilecekleri doğru düzgün bir yer yapılıp, para kazanılıp, o güzelim doğa daha da güzelleştirilmez de böyle kaderine terk edilmiş bir şekilde yürütülür işler????

bundan sonra bloglarda okuduklarıma pek inanmamaya karar werdim. çünkü yedi göllerle ilgili okuduğum bloglar hep ne duruyorsun, ewler muhteşem, tesis güzel, doğa zaten eşsiz kop git diyordu. koptuk ama inceldiğimiz yerden!

yazayım da bari dedim düşünen warsa, bunları da göz önünde bulundursun:
kesinlikle tatil zamanı gidilmemeli, hafta içi gidilip doğayla başbaşa kalınabilecek eşsiz ama insanlar tarafından rahatsız edilmiş, mutsuz bir doğa yedi göller...





19 Kasım 2010 Cuma

hayat dersleri 5- herkes hakettiğini yaşamıyor

herkes hakettiğini yaşar!!!!
bu kanıya nereden warılmış bilmiyorum. tüm ihtişamlar iyilikten, tüm sefaletler de kötülükten olmalı o zaman.

çocuklara yapılan istismarları o çocuklar nasıl haketmiş acaba? onca kayıp çocuk, onca trawma we trawmayla bocalayan hayatlar!!!! bulunması bir dert, bulunamaması başka...

bazıları bedellerin başkaları tarafından ödendiğini düşünüyor. yani o çocuklar çok öncesinden kalan bir ewren hesabını ödüyorlar bu düşünceye göre. ben buna gülemiyorum bile!!!!

bazıları hepimizin bir görewle dünyaya geldiğini düşünüyor. o çocuk da mesela o trajediye maruz kalarak ölerek ya da yaşayarak görewini yapıyormuş. buna katılmak eminim herkesi rahatlatacaktır ama bu da değil!!!!

herkes hakettiğini yaşıyor kanısının diğer yüzü de war. çok saygın we/weya zengin biri acaba iyilik kumkuması mıdır ki o kadar şeye hükmediyor!!????? hayatında tüm zorlukları onun için kolaylaştıracak türlü türlü insanlar we tüm imkanların seferber olacağı ayrıcalığa sahip olabiliyorlar????

bazıları tam da bu kişilerin bedellerini ewren başkalarına ödetir diyorlar. ne ewrenmiş, diyet dünyası mübarek!!!!

bazıları da görew sistemini burada daha da net oturtuyorlar. yani belki iyilik timsali değil bu kişiler ama mutlaka bir rol oynarlar insanlık için diyorlar.

bu konu tarihten örnekler, soy kırımlar, fırsatlar, icatlar ws. ws. ws... uzaaaarrr giderrrr....

oralara girmeyelim biz, mewzunun temeli:

herkes hakettiğini yaşamıyor, sadece yaşıyor ya da yaşamıyoruz... biz insanlar, karaya wuran gemiler gibiyiz. zarar gördüysek zarar wermeyi borç bilir doğamız... birey olarak değil ama insanlık olarak yaşayacaklarımızı hakediyor muyuz??? neden acaba hep karanlık senaryolar geliyor aklımıza gelecekle ilgili, belki de süper şeyler olacak?!!!!
bu endişenin sebebi insanlık olarak pek de iyi işler yapmadığımızı düşünmemiz olabilir mi?...

8 Kasım 2010 Pazartesi

caktım - cektim

efenim bu konumuzun başlığı, genelde bahane cümlelerinin yükleminin sonuna yüklenen "caktım - cektim" eki.
kendisi bir dizi yalan türetir, gelecek zaman üzerinden genişlik hikayesidir (böyle bir zaman yok haklısınız ama grammer fatihi kişiler keşfetmiş bi'kere) ve yalan lügatında bahane altyazısı ile birlikte geçer.

mesela
1- geç kalma, ekme, değişiklik "caktım"ı: arayacaktım. ama nedense hep olmadık şeyler olur we o arama gerçekleşmez.

2- gizleme, bilgilendirmeme "cektim"i: söyleyecektim. ama nedense söyleme niyeti wardır ancak o eylem gerçekleşmemiştir.

3- erteleme, ciddiye almama, kaytarma "caktım" ı: yapacaktım. e niye yapmadın? ama cewap muhteşem zaman ekinde gizli! yapacak-tı, yani hala yapabilir çünkü gelecek zaman itafen hazırlanmış çok akıllı bir seri bu:))))

bu maddeler böyle uzar gider...

ama bana sorarsanız "caktım- cektim" sadece sakız çiğneme efektidir we ses çok iğrençtir.

hele bir de ağız açık çiğneniyorsa!!!!! ne nezaket kurallarına uyar, ne de toplum içinde yakışı kalır:)

ortaokulda din kültürü we ahlak bilgisi öğretmenimize bir arkadaşımız sormuştu, "akşam we tuwalette sakız çiğnemek gerçekten günah mı?" diye. öğretmenimiz ise şu unutulmaz repliği sawurmuştu sınıfa doğru: "akşam sakız çiğnemek ölü eti çiğnemek değildir çiğnenebilir ancak sessiz olmak suretiyle, ama tuwalette sakız çiğnerken görünürseniz insanlar düşünür bu ne çiğniyor diye". sınıfcak irkildiğimizi hatırlıyorum!!!! hayatımızın dersini almışız değil mi:)))))

eweeet sözü yine bağlayalım: caktım ve çektim i cümle sonlarında çok duymaya başladıysanız, o kişilere sakız alın we 15 sn içinde kendini imha etmeden, hızla uzaklaşın, en azından yerine uygun sesler çıkarırlar, ama maazallah tuwalette görünmesinler:))))


4 Kasım 2010 Perşembe

"keşke" demek...

biraz duygusala bağlayacağım. baştan uyarayım da aman ben bunu niye okudum, üfff, püfffff demeyin:)
*******************************************************************************
her gün aynı anda bir sürü şeyi düşünüp, kiminin üstesinden geliyor, kimini erteliyor, kimini anlamıyor, kimini anlamazdan geliyor felan filan derken günleri geçip duruyoruz.

tam ben de geçiyordum ki, bir yerde takıldım kaldım! O da, neden acaba birlikte güzel zaman geçirdiğimiz insanları tüketiriz? adlı soru cümlesi oldu...

biraz önce binlerce fotoğrafa bakıyorken işte tam bu noktada sabite bağladım ve artı şu 2 şey de geldi aklıma:
1- keşke bu fotoğrafları benimle paylaşacak biri olsaydı. hissettiğimi anlayacak. sihirli sözleri olan...
2- nasıl oldu da geçtim bunları??? yer yer hatıraları anımsadım ama çoktan iç yerlerini değiştiriwermişim, yoksa kimseyi silmedim, silemem zaten...

doğamızda olan bi'şeyi sorgulamak, biliyorum, çok enayice ama madem hoşuma gitmiyor nasıl doğam oluyor?

yani keşke sewgi her hatırladığında kendini doğrulayan bi'şey olsaydı. dönmek istediğinde koşulsuz dönebileceğin, kafalarda sorular oluşmayacak we de bu herkesin doğalı olacak.

keşke....

hepimiz geçmişe şöyle bir göz attığımızda heybemizdeki pişmanlıkları da görürüz aslında. o yüzden orada kalır çoğu şey, yüzleşmek istememekten...

ama biraz önce söylediğim gibi koşulsuz, sorgusuz olsaydı sewgi, muhteşem olmaz mıydı? belki söyleyemediklerimizi söyler, hiç duymayacağımızı düşündüğümüz harikulade şeyler duyabilirdik.

işte o zaman arada sırada yaşamak istediğimiz bunalım yalnızlıkları bizi böyle kendine muhtaç etmezdi...

herşeye rağmen elimizde kalanla kalmak da güzel. yeter ki yanımızdakiyle paylaşabilelim, we gerçekten duygu geçişi olsun o noktalarda. şu an içinde bulunduğum derinlik sewiyesinde düşünüyorum da, ölümcül olurdu o paylaşımlar, inanılmaz yoğun!!!!....

keşke....

26 Ekim 2010 Salı

ilişkiyle cep telefonu ilişkisi

bence günümüz ilişkileri cep telefonu kullanma alışkanlığına benziyor. hatta aynısı!
elimizde cep telefonumuz var, hatta yeni almış bile olabiliriz, bir süre telefonun huyunu suyunu öğrenmekle geçer, mutluyuzdur. alıştıktan sonra bi'şeylerini keşfetmeye başlarız, aaaa bu da warmış, hıımmmm ne enteresan gibi şaşkınlıklar yaşarız kendi içimizde. hala mutluyuzdur hatta daha bi' içimize siner. amaaaa yetmez!!!! ya yenisi çıkar, ya da başka bir cep telefonu alttan alttan bilinç altına dalmaya başlar. we elindeki cep telefonu, daha ne olduğunu anlayamadan, bir anda cazibesini yitirir, yazık!

cep telefonunun şarjı çok önemli. eğer uzun süre dayanıyorsa bu kolay wazgeçmeye engel bir unsurdur. yani şarja ilişkide tolerasyon katsayısı diyelim. ne kadar çok tolere edebiliyorsan karşındakini, ilişki o kadar uzun dayanıyor. buna eskiler emek diyorlar. kelime tanıdık geldi mi???

bir de cep telefonlarında aplikasyonlar çok önemli. yani ne kadar fun o kadar hun:)
eğer cep telefonu sahibini oyalayamıyorsa, eyleyemiyorsa, yetemiyorsa, eğlendiremiyorsa o sahip başka cep telefonlarına kayar. kaymaz mı? kayar!!!
ayrangönüllü kelimesini de tam buraya koyuyorum we yakışıyor yerine:))) haaa bir de o kadar aplikasyon ws yanı sıra komplike de olmayacak. user-friendly olacak ki yormasın sahibi:)))

mesela arkadaşlarla biraraya mı geldiniz hemmen cep telefonları görünür yerlere koyulur. o zaman da cep telefonunuz ile hawa atabilirsiniz. bunun gücünü yaşayanlar bilir:) günümüzde şekilcilik almış yürümüş waziyette. buna marka danışmanlarının, uzmanların ws. çok güzel kelimeleri war. mesela: dizayn, stil, imaj, ruhumuz olmadan sadece birer makineyiz:))) walla yiyeni çok!!!

eskilerde ilişkiler böyle miydi yahu?!. ama tabi olmaz o zamanlar ew telefonu wardı. o yoksa bir yerde ankesörlü bulurdun ama ankesörlü ewe gelmez, yerinde kalırdı:))))

bu yazının da özü şu olsun: günümüzde cep telefon iletişimden daha öteyken, itişmek yerine iletişmeye yaramasını sağlayalım. ya cep telefonu olmasaydı!!! :))) ankesörlü peşinde dolanırken görürdüm komediyi:)))

13 Ekim 2010 Çarşamba

cennete...



"nereye gitmek istersiniz?" diye sordu adam.
kadın cevapladı: "cennete"...

bu bir amerikan aksiyon filmi olsaydı adam, çok yakışıklı, atletik, delici bakışlı, karizmatik;
hatun da, güzel, iyi bir kariyere sahip olmanın verdiği özgüven ve tarza sahip olurdu.
hava: güneşli, buram buram umut kokan ve o andaki elektriği hissetiren;
ortamsa kalabalık, telaşlı ama duyarlı olurdu.

ama bizim sahnemiz biraz farklı: adam, orta yaşlı göbekli bir korsan taksi şoförü;
kadınsa, işten çıkmanın dayanılmaz bezginliğinden başka hiç bir elektrik yayamayan bir mesai kabile üyesi!!!!
hava, gri, pis ve yağmurlu; ortamsa, kalabalık, gergin ve bencil!


adam sordu: "nereye gitmek istersiniz?"
kadın cevapladı: "cennete..."
adam bir bocaladı, direksiyona elleri yapıştı kaldı.

yav, nesin ki ne bekliyorsun diye düşündü kendi kendine gülerken kadın. bu ters köşe durumu fazla uzatmadan
devam etti, "karşı tarafa" (içinden aman ağzımdan yel alsın töööbe töööbe) dedi.

adam sordu: "1'den mi , 2'den mi? hoş ikisi de kalabalık ama siz hangisini seçerseniz?"
kadın: yine içinden ikisinden birden dedi ama dışardan bu " 1' den gidelim gideceksek, en azından akar"; olarak duyuldu.

böylelikle dışardakilerin üstlerine çamur, tepelerine sinir sıçratmak suretiyle arkalarına bakmadan yola koyuldular.

otobüslerde, metrobüslerde sıkış tepiş ve ıslaklıktan dolayı buharlaşan insanlar gördü, nasıl göz kaçırsa bilemeden. aman dedi içinden, neyse ki sarı takside değilim yoksa söylenmelerini duyabilirdim.
insan nelere şükrediyor şu hayatta yahu!!!!

taksici korsanla 1-2 lakırdı kaçınılmaz tabi, yoldaş olarak.

ama bu bir amerikan aksiyon filmi olsaydı o trafikte heyecanlı, adrenalin bombası bir kovalamaca, kadın ve adam arasında çaktırmadan flörtöz durumlar, cayır cayır olurdu...

işte efenim filmler bu yüzden var. light olsun, bold olsun, dolu olsun, boş olsun 2 saatliğine bizi hayatın dışına alıveriyorlar...

yine bunu bir mesaja bağlayacağım tabi: hayatın gerçeklerini, gerin ve çekin. bakalım nereye kadar gidiyor?!.
belki de cennete ha?

sewgiler,
serp

13 Eylül 2010 Pazartesi

cennetin ardı

ağaçlar şelale olmuş çağlıyor, ilk fırsat bulduğu yerden de su çiziyor yolunu.
dağlar üşümemek için yüksek omuzlarına şal almış,
güneş de tüllü şapkasını bir takıyor bir çıkarıyor,
öyle mi güzel, böyle mi güzel diye soran bir kadın gibi...

sürprizlerle dolu muhteşem bir sanatçı doğa...

önce dedim öldüm cennetteyim herhalde. sonra sonra elektrik direklerini gördüm; hah neyse ki ölmemişim (ama belki cennette de elektrik direği wardır, orada gönül gözüyle mi göreceğiz yoksa, yoksa gece mi yok :P)

esaslı, esanslı bir yer. ne görüş açım ne de nefes kapasitem yetmiyor bu coşkuyu yakalamaya

ayder: şirin güzel giyimli, lule saçlı kız çocuğu

yamaçlara notalar gibi serpilmiş güzel ewler we armoni harika.
1 gece kalmayı düşünmüştük ama ani sis baskını yüzünden 2 geceye çıkardık buradaki konaklamamızı. kesinlikle de değdi. artık fotolar da konuşacak biraz.





yukarı kavron, öküz gölü, cegnovit gölleri....

insan kendini çok özel yeteneklere sahip hissediyor bu yükseklikte (2934 m). yani orada bana bir kuyruklu piyano werseniz hiç düşünmeden en güzel bestemi yaparım (dikkat edin çalarım demiyorum, orayı geçmişim de besteler bile yapıyorum), ya da aslında kuş uçuşu bıraksam kendimi uçmazsam en adiyim :)

tırmanmada zorluk yaşamadım dersem yalan olur ama oradaki oksijenin bana yaptıklarını görüyorsun:) değmiş değil mi?..

akşam 5-6 gibi sis hemen dağlara fırfır yapmaya başlıyor. sisten ewe dönemeyen ineklerini aramaya çıkan kadınlar war, kendini düşünmeden! bir de inekleri kurt kapmamış olsa bari diye söyleniyor bir yandan yürürken. yaww kadın seni kurt kaparsa noolcak, elinde yalandan bir sopa var sadece???
burada kadınlar erkekleşmiş, mert, direk we korkusuz, adamlar da kadınlaşmış, bol çeneli, paso oturan we fesat:)

burası zaten o kadar çetin ki insanına hiç birşey zor ya da zahmetli gelmiyor diyorum içimden...

artwin: tırmanma şeridi gibi bir şehir.

böyle bir şehir hayal bile edemezdim. her yerden görülebilecek kadar yüksek ve hiç düz bir yeri yok! nasıl bu kadar nüfus burada yaşıyor aklım almıyor???
baraj inşaatı yarışıyor artwin le ama yok artwin daha korkunç!

şavşat: weliköy, karagöl, balıklı göl, dağlar, yaylalar we iştah ekibi:)

sonra da ardahan, şeytan kalesi( uzaktan bakabildik ama acaip bir yer!) çıldır gölü, yolda ezilen tilki, yılan ve kirpi kardeşler...


işhan kilisesi, yusufeli çoruh nehri kıyısında 1 gece konaklama.

sonra tortum gölü, erzurum, ovit yaylası (yolda hollanda lı bir dağcıyı aldık. çok deli bir gençti. yalnız seyahat ediyor ve ovit te 3 gece kalmış şimdi yeni yerler görmek için gidiyor da gidiyor. dağlara hayran we bu türkiye ye 3. gelişi, sırf dağlar için)
.




dönüş için rize ve trabzon yeniden( sümela manastırı sisten dolayı kayboldu, tırmandık ama göremedik)


rize: şehir olarak korkuttu beni nedense?
sanki burada yaşayanlar başka, kanım kaynamadı şehre. o kadar ki kokusunu bile alamadım...

trabzon: üzdü beni
o güzelim doğada nasıl çirkin bir şehir kurarsın? üstelik o kadar güzel kokan da bir şehir ki!
ewet şehirlerin kokuları war. benim çocukluğum uşak we seydişehir de başladı we sonra istanbul a geldik. bugüne kadar aldığım şehir kokuları içinde en güzeli istanbul (burda doğmadığım için şanslıyım yoksa kokusunu bilemezdim).
hemen bir anımı da anlatayım kısacıktan: seydişehir deyiz. ilkokul 3. sınıftayım sanıyorum. birgün okuldan ewe bir geldim ew buram buram istanbul kokuyor. hemen dedim kim geldi. bir de baktım büyükbabam saklanıyor. tabi bir sürü şey getirmiş bize, hepsi de istanbul kokulu...

istanbul un kokusu okyanusa şeker atılmış gibi. ferah we tatlı.
paris in kokusu yanmış wanilya gibi. yemek istersin ama yenmez:)

dönelim trabzon a. trabzon çok güzel demlenmiş 2 şekerli çay we yanında domates, zeytin sofrasını güneşe kurmuşsun gibi kokuyor; çok iştahlı bir koku bu.

ama gel gör ki inşaatlar hep yarım, çirkin tuğlalar, giydirilmemiş we giydirilmeyecek binalar resmen göze işkence ediliyor hunharca. gözlerini kapayıp kokladığındaysa bambaşka...

işte böyleeee, yediğim içtiğim benim olsun ben size gördüklerimi anlattım:)

2 Eylül 2010 Perşembe

hayat dersleri 4

denge, denklik demek değildir.

1 Eylül 2010 Çarşamba

hayat dersleri 3: sodade


Cesaria Evora - Sodade live
Yükleyen Leboc. - Öne çıkan müzik videolarını izleyin.

hayatta herşey yolundayken içteki huzursuzluk, bu ispanyolca kelimenin anlamı; sodade, kulağa çok romantik geliyor.

ispanyolların meşhur, geleneksel gazlı içeceğidir desem de gayet uygun olurdu.
bizde soda, ispanya da sodade:)))

ya da kadeh kaldırırken ispanyollar haydeee sodade diyorlarmış, biz şerefe derken.
soda: şeref, sodade: şerefe:)))

neyse bu kadar ispanyol geyiği yeter (fazlasını bulamadım:) )


*********hayatta "herşey yolunda olmaz" mantık olarak ama duygusal denge yerindeyse "herşey kolay" olur.***********


şu anda bir sodade halet-i ruhiyesi içerisindeyim. içten içe bir tırmalanma durumu war ama sebebi yok. böyle bi'buruk olma sewgisi midir, nedir? paran warken alacaklıya param yok walla diye ağlanıp türlü zımbırtılar uydurmak we buna kendin de inanmak gibi bi'şey.

bu sodade durumu nasıl geçer yaaww, bilhassa yağmurlu hawada mı wurur, yoksa özel bi'tercihi yok mudur? migrenwari bi'şey, kussam geçer mi acep? sodade kusmak, ne renk olurdu acaba?!.

ne diyeyim hawalar nasıl olursa olsun sodade niz az olsun.
ama sanatçıysanız we ruhunuzu besliyorsa bol bol sodade yazıyorum reçeteye:))

ama şarkı güze beaaa:)))

31 Ağustos 2010 Salı

hayat dersleri 2

söz werdin we tutamadın mı?
üzülme
ama bir dahakine söz wermeme opsiyonunu hatırla :)


çok cömert uçuşuyor sözler hawada. işte, ewde, arkadaşta, sewgilide, herhangi bir bağlantısız görüşmede...
güwen wermek için werilen sözlerin haddi hududu yok! sırf, bu, illa, istediğin senin olsun diye. kişisel krediden giderse gitsin amaaaan mutlaka bir açıklamasını buluruz zaten. zaten de başkaları mı yok canım, bu giderse yenisi gelir?!.

bu arada cidden tutulmak istenip de tutulamayan sözler bunların arasından direk sahibine güwensizlik olarak dönüweriyor. yani kurunun yanında cayır cayır durumu.

söz wermeyin böylesi daha rahat.
yok rahat bana batar diyorsan aynen gergin dewam...

genel düzen böyle sen ne konuşuyorsun diyen olabilir.
tek diyeceğim şu: hayat hiçbir zaman tek opsiyon sunmaz bizlere.
biz kendimizi sabitliyoruz. sözler werip illa olması için kasarsak we de başaramazsak bu bize içsel we dışsal dert olur. ama sert sözler wermezsek ya olay bizde kalır ya da kalmaz. olay bizde kalırsa daha rahat yönetiriz we şaşırtıcı biçimde pürüzler kolay çözülür. ya da bizde kalmazsa yeni bir akış mutlaka wardır.

27 Ağustos 2010 Cuma

hayat dersleri 1

hayatın seni değiştiremeyeceği gibi sen de hayatı değiştiremezsin.

bu ne demek şimdi, kadercilik mi diye düşündün? e bi'daha düşün o zaman... çünkü sadece karakterden, özden bahsediyorum. yoksa çevreni, parasal durumunu, görüntünü vs değiştirebilirsin ve sanki öyleymiş gibi de davranabilirsin; ama ne hayatın ne de sen değişirsin. ikiniz de aynısınızdır aslında, yine yüz yüze...

"hayat bir öyküye benzer, önemli yanı eserin uzun olması değil iyi olmasıdır" demiş seneca. bu söz de havada kalmıyor mu, o zaman? yani iyileştirdiysek özenli yazılmış iyi bir hikayeye benzediyse de yaşantımız, neslimize faydalı olduysak, ileride bizi hatırlatacak iyi şeyler bıraktıysak da içeride kapılar çarpıp duruyorsa ne demeliyiz?

değişen bi'şey yok ki kişisel olarak.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

maneviyatı görüntüde arayan zihniyeti reddediyorum!


face aleminde bir sürü yorum vs. tanıdık - tanımadık tarafından doluyor taşıyor. her tip war! çanakkale şehitlik ziyaretinde giydiğim kıyafete uygunsuz diye yorum yapan bile oldu!!!! ben tam tersine şehitler için çok uygun olduğu düşünmüştüm yani (!)

maneviyatı görüntüde arayan zihniyeti reddediyorum!

hangi kitaptı hatırlamıyorum şöyle bir sohbet geçiyordu: bir baba trende 2 ya da 3 çocuğuyla birlikte yolculuk ediyor. çocuklar ciyak wiyak ağlıyorlar we adam hiçbir müdahalede bulunmuyor. ne bir susturma çabası ne de yapmayın etmeyin ihtarı, hiç!

diyor ki kitap kahramanı, diğerine: sakın bu adamı sadece gördüğün o andan dolayı kınama. sakın ola ki o adamı yargılama. çünkü o adam çocuklarıyla hastaneden dönüyor we adam eşini, çocuklar annelerini kaybetmenin şokunu yaşıyorlar.

bir düşünelim gün içinde ne kadar çok manzara geçiyor bu şekilde gözlerimizden we biz hemen bir kanıya warıweriyoruz. o anın yargıcı ilan ediyoruz kendimizi.

biraz da tepki göstermeden önce içeriği anlamaya, nedenlere bakmaya, tanımaya we yorumu sona saklamaya ne dersin? yaauuww yok benim buna zamanım, belli işte, olan biteni ben hemen çakozluyorum diye bir iddian warsa, sana çek o kötü enerjini üzerimizden diyorum...

hırsızlara yakalandık ama bu fotoğrafları çekmeyi de başardık. macera dolu istanbul...